top of page

Yusuf ve Kenan - Çoğunluk, Filmleri Arasında Baskılanan Erkek Karakteri Tiplemesi

  • Yazarın fotoğrafı: Arda Dikilitaş
    Arda Dikilitaş
  • 2 gün önce
  • 4 dakikada okunur

Bir yanda Adana’dan trenle kaçıp İstanbul’un acımasız düzenine savrulan, babalarının yokluğu ile tek dayanakları olan umut arasında sıkışmış iki çocuk; öte yanda modernleşme ve neoliberal dönüşümle yeniden kurulan Türkiye’nin orta/üst sınıfında büyümüş, ancak adım attığı her mekânda kendine yabancı kalan başka bir çocuk. Biri hayatta kalmanın çıplak gerçekliğine, diğeri konforun görünmez kurallarına uyanıyor; ikisi de kendileri adına çoktan tasarlanmış bir güne gözlerini açıyor. Ömer Kavur, “Yusuf ile Kenan” ile 1979’un, yani 12 Eylül darbesinden hemen öncenin Türkiye’sinin panoramasını iki taşralı çocuk üzerinden bütün ekonomik-politik sertliğiyle açığa çıkarıyor.


Ömer Kavur
Ömer Kavur

İlk filmin merkezinde babalarını kaybetmiş, kent hakkında en küçük fikri olmayan iki erkek çocuğu, etik ikilemlerle dolu bir yetişkinlik eşiğinde hayatta kalmaya çalışırken şehir, toplum ve devletin baskı mekanizmalarıyla örülü bir düzenle yüz yüze geliyor. Film, bu iki çocuğun hem fiziksel hem duygusal kuşatılmışlığını kullanarak dönemin toplumsal yapısını görünür kılıyor. Yusuf ve Kenan’ın şehirde taşıdığı umutlar tükendiğinde ikisi de doğrudan bir hayatta kalma mücadelesinin içinde sürükleniyor. Kardeşlik ilişkisinde ağabey olan Yusuf, kentin sert koşullarında hem kardeşine sahip çıkmak hem de saygı görebilmek için güçlü durmak zorunda olduğunu düşünüyor. Aşağılanan taşralı kimliğinin üzerine yeni bir kimlik kurma çabası, onu giderek daha sert kararların içine itiyor. Hırsızlık yapması, dış görünüşünü değiştirmesi, Kenan üzerinde köydekinden farklı bir otorite kurmaya çalışması ve kentin karanlık tarafını bir “rol” gibi benimsemesi, ekonomik baskının nasıl toksik bir erkeklik biçimine dönüştüğünü açık ediyor. Cehalet, çaresizlik ve korunma içgüdüsü, Yusuf’u kendi inançlarının dışına taşıyan bir yola sürüklüyor.


Kenan ise bu baskıya başka bir yerden direniyor. Şehrin onu zorladığı koşullar karşısında ilk aşamada etik sınavını geleneksel doğrularla veriyor. Alın terine, emeğe ve dini doğruluğa bağlı kalma çabası, tüm kırılganlığına rağmen onu ayakta tutan tek zemin haline geliyor. Filmin finalinde Kenan’ın, Yusuf’un seçtiği yolu reddederek kendi çizgisine tutunduğunu görüyoruz. Ancak çocuk işçi olarak çalıştığı atölyede ustasına attığı son bakış, onun da bu düzenin içinde ne kadar sınanacağını sezdiriyor. Sahne kapanırken, Kenan’ın hayatta kalmak için yeniden kararlar almak zorunda kalacağı bir geleceğin ipuçları ortaya çıkıyor.


Yusuf ile Kenan, Ömer Kavur (1979)
Yusuf ile Kenan, Ömer Kavur (1979)

Ömer Kavur, yazdığı diğer karakterlerle toplumsal ve ekonomik ilişkilerdeki problemlerin, erkenden büyümek zorunda kalan çocuklarda da yeniden kurulduğunu harika bir biçimde gösteriyor. Kullandığı sokak ağzı sözcükler, İstanbul’un eski sokakları ve devamlı çeşitli motiflerle sezdirdiği darbenin ayak sesleriyle yaptığı çerçevelemede sistemin normatif unsurlarına keskin bir eleştiri getiriyor. Ekonomik eşitsizliğin yarattığı suça eğilim, bu sorunları çözmek yerine göz ardı etmeyi tercih eden, üstüne her türlü isyankâr faaliyeti ortadan kaldıran devlet mekanizmaları ve bütün bu hengâme içerisinde hem kendileri hem de çevredeki her şey için tamamen zarar ortaya çıkartan toplumsal yapıları açıkça eleştiriyor. Yapının ortaya çıkardığı azınlıklara yönelik ırkçılık, kadını aşağılayan bakış, toplumun ayrıcalıklı üyelerinin “garibanları” değerlendirme şekli ve devletin sansürü gibi unsurlar da bu eleştiriye dâhil edilmiş.


Seren Yüce ise 2010 yılında perdeye koyduğu "Çoğunluk" filmi ile aslında incelemenin bu noktasına kadar neden ekseriyetle Ömer Kavur'un üstünde durduğunu gözler önüne seren bir çalışma ortaya koymuş. Türkiye sinema tarihindeki en cesur filmlerinden biri olarak değerlendirilebilecek bu eser; izleyenlerine neoliberal, modernize Türkiye'nin yaratmış olduğu milyonlarca genç erkekten birini kadraja almış.


Çoğunluk, Seren Yüce (2010)
Çoğunluk, Seren Yüce (2010)

Yusuf ve Kenan örneğinde yoksunluktan üretilen baskı, Çoğunluk örneğinde ise ayrıcalıklar üzerinden üretiliyor. Normun kaynağı farklı olsa da, üç karakterin de aynı hedefle, “olması gereken” erkek modeline doğru itilişini deneyimliyoruz. İlk filmde, yokluluk ve hayatta kalma adına zorlanan erken “erkeklik”; bu filmde bambaşka bir sistemle çalışıyor. Mertkan’ın edilgen yapısı, sınıf avantajının yarattığı erkeklik kalkanı, babasının ona yönelik beklenti ve direktifleri, genel çevresi ve ailesi içinde sürekli yeniden üretilen faşizm, militarizm ve sınıfsal kibir; ayrıcalıklardan doğan ve Mertkan’ı sıkı sıkıya saran yumuşak erkeklik kalkanını yaratıyor.


Ömer Kavur, baskılanan normatif değerlere zorla entegre edilmeye çalışılan erkek karakterini, döneminin atmosferini de göz önüne alarak; takdire şayan bir biçimde, protest bir tavırla ve halkın, vatandaşın çıkarı adına onların hikayeleri çerçevesinde sunmuş. Karakterler tamamen doğa ve kent kaosunun dayatmalarına karşın hayatta kalmak için dönüşüyorlar. Çoğunluk’ta ise ana aktörü dönemin iktidarı olarak kabul edilen ve bugün de hız kesmeden büyüyen bir erkek grubunun resmi tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor.


Yusuf ile Kenan, Ömer Kavur (1979)
Yusuf ile Kenan, Ömer Kavur (1979)

İki filmin çerçeveleme yöntemlerindeki başlıca farkı oluşturan zaman ve politik vaziyet, esasen filmleri birbirleriyle oldukça ilişkili hale getiriyor. Kavur’un tasvir ettiği politik ortam, ekonomik süreç, insanlar ve kentsel dönüşümleri, 31 yıl sonrasında Mertkan’ın yaşadığı ortamın doğrudan failleri olarak görüyoruz. 1979 yılında toplumsal ve küresel olarak Türkiye’nin içine girdiği süreç, toplumun yapılanmasına yönelik hala aktif bir eylem almanın mümkün olduğu bir dönemken; tıpkı Yusuf ve Kenan’ın aktif yapısı gibi, 2010’da yapılacaklar için geç kalmışlığı ve ekilenin biçilmek zorunda olduğunu Mertkan’ın edilgenliğiyle gösteriyor.


Her iki karakter de özne hâline gelmeden önce birer "norm görevlisi" olarak çerçevelenir. Ancak bu sürecin doğası farklıdır: İlk filmde baskı, sınıfsal kırılganlık üzerinden pekişirken, ikinci filmde sınıfsal üstünlük belirleyici rol oynar. Mertkan, babasının sürekli dayattığı yerli ve milli erkeklik ajandasına karşın, sahip olduğu konum ve avantajı işçi ve kimliği nedeniyle ayrılcalıklar karşısında baskılananlara karşı kullanır; kardeşler ise kente tutunabilmek için zorunlu bir şekilde erkek olmaya yönlendirilir. Bu durum, ikinci filmde normların karakterler üzerindeki doğrudan etkisini ortaya koyar. Mekânsal olarak da her iki film, normların üretildiği alanları ustalıkla tasvir eder: İlk filmde gecekondu, çarşı ve işlikler; ikinci filmde işyeri, gece kulüpleri ve ev, karakterlerin toplumsal ve sınıfsal çerçevede şekillendiği mekanlardır. Sonuç olarak bu filmler, odaklandıkları genç erkek grubunun deneyimleri üzerinden, feminizmin neden evrensel bir ihtiyaç olduğunu açık bir biçimde ortaya koyar.

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page