Yaban ve Erotizm: Woman in the Dunes
- Bahadır Koçak

- 3 Eki
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 6 gün önce
Yaban
Umut ve gelecek benim için çimenliklerde ve işlenmiş tarlalarda, kentlerde değil; geçirimsiz ve titreyen bataklıklardadır. - Henry David Thoreau
Büyük umutlarla kurduğumuz Arkaik Sinema için yazdığım ilk yazıda bahsedeceğim film 1964 yılında Hiroshi Teshigahara tarafından çekilen “Woman in the Dunes” filmi. Bu filmi seçmemin sebebi hem derginin vizyonunu ortaya koymak hem de gelecek yazılar için bir çapa atmak. Şayet yaşantımda da benim için anlamı ve hissettirdikleri bambaşka olan bir filmdir. İzlediğim başka hiçbir filmde bu filmin bana hissettirdiği o tanımlayamadığım ama kasıklarıma ağrılar sokan, vücudumu titreten o duyguyu yaşamadım.
Bu yazıya ise Kropotkin kadar olmasa da bireysel bir noktada Natüralist anarşistlerden Amerikalı Thoreau’nun “Yaban” kavramı üzerine bir alıntısıyla açılış yapmam gerekirdi çünkü Woman in the Dunes’un teması da “Yaban” üzerine kurulu. Böcek bilimci olan ana karakterimizi Jumpei’in turistik doğa gezisinde bir anda hiç farketmeden onu kendi içine çeken Yaban’ın ta kendisidir. Günümüzde turistik ve stres atma amaçlı çıkılan ufak turlarda kendimizi kollarına bıraktığımızı iddia ettiğimiz doğanın aslında ne olduğunu hissetmek istiyorsanız bu filmi mutlaka izlemeniz gerekiyor.
Kişisel seyir deneyimlerimde bir filmin anlatmak istediğinden daha çok bana hissettirm
ek istediği şeyi incelerim. Bu şekilde bir izleme alışkanlığımın olması da bir filmi incelerken de izlerken de gerçekten gönül bağımın olduğu, bana adeta bir tokat gibi çarpan filmleri tercih etmeme sebep oluyor. Woman in the Dunes yarattığı atmosferle, sinematografisiyle sizi kapana kıstırıyor, adeta bir kabusu yaşatıyor. Öyle bir kabus ki kendinizi asla bitmeyecek bir deneyimin içerisindeymiş gibi hissediyorsunuz, bu yönüyle de izleyen için zorlayıcı bir film olmayı başarıyor. Her sahnede Jumpei’i köşeye sıkıştıran, bugününü, yarınını yani benliğini sorgulatan o atmosfere daha da saplanmış bir halde kendinizi buluyorsunuz.

Yabanın Misafiri Olmak
Hikaye Jumpei’in izindeyken çıktığı bir keşifle başlıyor. Bu keşfin amacı ise kendi adıyla anılacağı bir kum böceği bulmak ve adını medeniyetin bir noktasında unutulmaz kılmak. Bu amaç uğruna da avlanmak için kumsala gidiyor fotoğraflar çekiyor, böcekleri inceliyor… Bu gezintinin bir yerinde uyuyakaldığında ise şehre geri dönmek için binmesi gereken otobüsü kaçırıyor. Sonrasında civardakiler tarafından misafir edilmek isteniyor ve bu daveti kabul ediyor. Misafir olarak kalacağı yere geldiğinde ise çölün ortasında uçurumu andıran bir çukurun içerisinde ahşap bir kulübe ve o kulübenin sahibi kadın bizi karşılıyor. İp merdiveni kullanarak kendisine kurulan tuzağa kendi elleriyle düşüyor ve çukurdaki eve misafir olmaya gidiyor. Kendisinin bir misafir olarak değil dul kadının yanında ona yardımcı olacak bir erkek olarak o çukura atıldığını anladığında ise Jumpei için çok geç oluyor.
Jumpei ile biz de kumların arasında kısılı kalıyor ve çok daha klostrofobik bir ortama geçiş yapıyoruz. Jumpei; bütün yaşantısını o kum çukurunun içerisindeki ahşap baraka üzerine kurmuş, yıllarını şehirdeki inşaatlara götürülmesi için kürek sallayıp kum vererek geçirmiş bir kadının yanına bırakılıyor. Şehirden gelen Jumpei içinse bunun hapisten farkı olmadığını net bir şekilde görüyoruz. Birkaç başarısız kaçış denemesine tanıklık ederken bir yandan da Jumpei’in çaresizliği ile birlikte kadınla kurduğu diyaloglarla yönetmen bizi belirli sorgulamalara götürüyor.
Jumpei; bütün yaşantısını o kum çukurunun içerisindeki ahşap baraka üzerine kurmuş, yıllarını şehirdeki inşaatlara götürülmesi için kürek sallayıp kum vererek geçirmiş bir kadının yanına bırakılıyor.
Temel ihtiyaçlarını gidermekten başka hiçbir şey yapmayan bir kadın; Jumpei için tiksinilecek, aşağılık; bir bireyden, köylüden başka bir şey değil. Dahası bir birey olarak bile görmekten çok uzakta. Bu noktada akılcılığı, bilimi, özgürlüğü savunan Jumpei için içinde bulunduğu durum kabul edilebilir bir durum değil. Fakat unutmamak gerekir ki özgürlük zincirleri şart koşar.
“Yerleşiklik, her bir yandan bağlandığımız, hepsi de gergin zincirlerin verdiği bir dinginliktir ancak - yani, bir sıkı kölelik ... Ama, "mutlak kölelik" dışında, her kölelik, köleye devinimde bulunduğu izlenimini verecek kadar gevşek tutar onun zincirlerini” Oruç Aruoba
Jumpei’in içinde bulunduğu duruma adaptasyon süreci esnasında kum biz seyircilere de bir çok şeyi sorgulatıyor. Yabanı tüketerek inşa ettiğimiz medeniyetin her bir tuğlasını yerinden edip tuzla buz ediyor. Günümüzde zorunlu koşulan aydınlanmanın, yeni kutsal haline getirilen bilimin, dahası özgürlük yanılgısı yaratan tutsaklığın ikiyüzlülüğünü izleyicilerin yüzüne çarpıyor. Fakat bir kez daha görüyoruz ki “Kum” ve “Yaban” hiç olmadığı kadar canlı ve hiç olmadığı kadar sahici. Film bunu bize sinematografik olarak büyüleyici sahnelerle de gösteriyor.
“Kürek sallamak için mi yaşıyorsun, yaşamak için mi kürek sallıyorsun?”
Yabana saygı duyan kadının yaşantısı tüm bu eleştiriler sonrasında daha anlamlı bir hal almaya başlıyor. Sisifos Söylencesi’nin bir başka halidir aslında izlediğimiz. Kadın da Sisifos gibi aynı günü tekrar tekrar yaşamaya ve mücadele etmeye devam etmektedir. Fakat bundan sızlanmak yerine sorumluluk alıp üzerine düşeni yapar ve kürek sallamaya devam eder. Çünkü Sartre’in da söylediği gibi hayat sorumluluk almayı şart koşar.

”Woman in the Dunes” bu dünyada çekilmiş en erotik filmlerden birisi olabilir.
“Erotizm, ölümün gölgesinde bir yaşam taşkınlığıdır.” - Georges Bataille, L’Erotisme
Bu filmi her izlediğimde içimden geçirdiğim bu cümleyi açıklamam için bana izin verin. Bu filmi her deneyimlediğimde içten içe Woman in the Dunes filminin ne kadar erotik olduğunu geçirdim ama burada bahsini geçirdiğim erotizm Bataille’ın yukarıdaki alıntısında da açıkladığı türden bir erotizm. Bu filmde her kum taneciği ölümün gölgesinde olduğumuzu defalarca hissettiriyor. Yakın planda çekilmiş kum tanecikleri, kumun içinde yaşamasının getirisi çıplak uyumak zorunda kalan kadın ama onun asla pornografik olmayan çekimleri, tüm bunların arasında hayatta kalma çabasının getirisi geliştirdiği yöntemler. Bir bütün olarak adeta ölümün iç dış edilmesi…

Kapanış
Woman in the Dunes; aradan geçen onlarca yıla rağmen bugün için bile sinematografisiyle, yarattığı atmosferle, hikayesiyle izleyicisini bir kum fırtınasının ortasına atıyor ve tamamen savunmasız bırakmayı başarıyor. Uçsuz bucaksız kum tepelerinin arasında benliğimizi, yabanı, çaresizliğimizi sorgulatıp bizi aciz bırakmaktan keyif alıyor, inşa ettiğimiz medeniyetle alay ediyor. Her saniyesinde ölümün nefesini ensenizde hissediyorsunuz. Eğer size tekinsiz hissettirecek bir film arıyorsanız “Woman in the Dunes” asla kaçırılmaması gereken bir film.







Yorumlar