The Broken Circle Breakdown: Aşk, İnanç ve Kaybın Dairesel Anatomisi
- Özgür Kalender

- 4 saat önce
- 3 dakikada okunur
Felix van Groeningen’in The Broken Circle Breakdown filmi, Belçika sinemasının uluslararası alanda en çok ses getiren yapımlarından biridir. İlk gösterimini Berlin Film Festivali’nde yapmış, ardından En İyi Yabancı Film dalında Oscar’a aday gösterilmiştir. Film, yalnızca Avrupa’da değil Amerika’da da eleştirmenlerin ortak övgüsünü almış, müziğiyle, kurgusuyla ve derin duygusal dokusuyla izleyiciyi büyülemiştir. Variety filmi “acı ve güzelliğin müzikal bir bileşimi” olarak tanımlarken, The Guardian onu “yıkımın içinden doğan bir sevgi şarkısı” olarak nitelendirir. Seyirciler için ise The Broken Circle Breakdown, bir aşk hikayesinden çok daha fazlasıdır; yaşamın anlamını, inancı ve kaybı sorgulayan bir ruh deneyimidir.

Hikaye, Elise ve Didier’in birbirine tutkuyla bağlanan ama dünyaya bakışları bambaşka iki insanın yaşamını anlatır. Elise, dövmeleriyle bedenine hikayelerini kazımış, duygularını görünür kılan bir kadındır. Didier ise bir çiftlikte yaşayan, mavi-grass müziğine tutkuyla bağlı, Tanrı’ya inanmayan bir adamdır. Aralarındaki bağ, müzikle başlar ve müzikle güçlenir. Ancak küçük kızları Maybelle’in hastalığı, bu harmoniyi bozar. Filmde geçmiş ve şimdi iç içe geçer; izleyici tıpkı bir yas tutan insan gibi sürekli zamanlar arasında gidip gelir. Bu yapısal tercih, Kierkegaard’ın “tekrar” kavramını hatırlatır: geçmişte yaşanan şey, tekrar yaşanmaz ama anlamı tekrar eder.
Film boyunca mavi-grass müziği, hikayenin duygusal nabzını tutar. Elise ve Didier’in sahnede söylediği “If I Needed You” ya da “Wayfaring Stranger” gibi şarkılar, kelimelerle anlatılamayan acının ses karşılığıdır. Judith Butler’ın yas teorisi burada sinematografik bir biçim alır: yas, kırılganlığı görünür kılar ve bu kırılganlık, insanı insana bağlayan en güçlü şeydir. Elise’in sahnede ağlamadan şarkı söylemesi, aslında ağlamamak için söylediği bir ağıttır. Film müziği, Avrupa Film Ödülleri’nde “En İyi Film Müziği” ödülünü kazanmış ve dünya çapında konser turnelerine ilham vermiştir.
Van Groeningen’in yönetimi, izleyiciyi duygusal olarak manipüle etmeden sarsmayı başarır. Kamera, karakterlere neredeyse nefes mesafesinde yaklaşır; eller, yüzler, sessizlikler ve nefes aralıkları, acının sinematografik dili haline gelir. Özellikle hastane sahnelerinde kamera sabit değildir; soluk alır gibi titrer. Bu tercih, karakterlerin iç dünyasındaki kırılganlığı izleyiciye fiziksel olarak hissettirir. Filmin kurgusu da aynı bedenselliği taşır; geçmişe gidişler bir hatırlama değil, bir travmanın yeniden yaşanması gibidir.

Filmdeki en çarpıcı anlardan biri, Didier’in televizyon karşısında Bush’un embriyonik kök hücre araştırmalarına karşı yaptığı konuşmayı izlediği sahnedir. Didier, öfkesini Tanrı’ya değil, Tanrı adına konuşan insanlara yöneltir:
“He’s talking about God while people are dying. He’s talking about God while my daughter is dying.”
Bu sahne, kişisel bir acının politik bir öfkeye dönüştüğü andır. Elise’in sessizliği ise bu öfkeye karşı duran bir dua gibidir. Didier Tanrı’ya inanmadığı için acısını açıklayamaz, Elise Tanrı’ya inandığı için onu affedemez. Bu zıtlık, filmin merkezindeki varoluşsal çatışmayı oluşturur.

The Broken Circle Breakdown, inançsız bir adamla inancına sığınan bir kadının yas sürecini anlatırken, aslında aynı soruyu tekrar eder: İnsan, kaybın karşısında neye inanır? Nietzsche’nin “Tanrı öldü” cümlesi burada yankılanır ama Van Groeningen bu cümleyi yıkıcı değil, yeniden kurucu bir anlamda kullanır. Tanrı’nın ölümü, anlamın ölümü değildir; anlam, müzikte, sevgide, hatırlamada yeniden doğar. Elise’in ölmeden önce söylediği cümle, filmin özünü özetler:
“Everything repeats itself. Only the pain stays new." Zaman döngüseldir ama acı hep tazedir.

Final sahnesi, hem sinema hem de müzik açısından olağanüstü bir kapanıştır. Elise’in ölümünden sonra Didier’in sahnede yalnız başına söylediği şarkı, bir performanstan çok bir dua gibidir. O anda müzik artık eğlence değil, varoluşun anlamına dönüşür. Seyirci, bir konseri değil, bir adamın yeniden doğuşunu izler.
Filmin başarısı yalnızca duygusal yoğunluğundan değil, evrensel bir deneyime dokunmasından gelir. Kaybetmek, inanmak, affetmek ve hatırlamak. Her kültürde, her dilde aynı yankıyı bulur. The Broken Circle Breakdown, bu nedenle yalnızca bir Belçika filmi değildir; insanın kırılabilirliğinin evrensel bir yankısıdır.
Teşekkürler.







Yorumlar