How It Ends: Modern Dünyanın Kıyamet Alegorisi
- Özgür Kalender

- 24 Eki
- 3 dakikada okunur
Film hakkında özellikle çevrimiçi platformlarda ve sinema forumlarında yapılan pek çok sert eleştiriyi gördüm. İzleyicilerin büyük bir kısmı filmin temposunu yavaş, finalini belirsiz, anlatımını dağınık bulmuş. Ancak ben bu filmi, tüm bu yorumların ötesinde, biraz daha farklı bir bakışla değerlendirmek istiyorum. Çünkü bana göre How It Ends, yalnızca “ne olduğu anlaşılmayan” bir felaket filmi değil; modern insanın yönünü, inancını ve anlam duygusunu kaybettiği bir dönemi anlatan sembolik bir hikâye.

David M. Rosenthal’in How It Ends filmi, kıyamet anlatılarını yalnızca bir felaket olarak değil, insanın doğa ve bilinmeyen karşısındaki kırılganlığıyla yüzleştiği bir bilinç deneyimi olarak sunar. Eleştirmenlerin büyük bölümü tarafından “cevapsız” ya da “yetersiz açıklanmış” bulunmasına rağmen, film bu eksiklikleri kendi diline dönüştürür. Anlatının amacı, izleyiciye net bir açıklama sunmak değil, anlamın bizzat kayboluşunu göstermektir. Hikâye, modern dünyanın yönünü kaybetmişliğini hem fiziksel hem de metaforik düzeyde işler. Will, nişanlısına ulaşmak için yola çıkan sıradan bir adamdır; ancak yolculuk boyunca yalnızca şehirlerin değil, doğanın da çözülüşüne tanık olur. Elektrik ağlarının çökmesi, kuşların yönünü şaşırması, pusulanın sürekli dönmesi, uygarlığın dayandığı bütün sabitleri sarsar. Film, klasik bir felaket senaryosunun ötesinde, insanın anlam haritalarını kaybettiği bir dünyanın portresini çizer.

Filmin merkezindeki pusula motifi, yalnızca teknik bir ayrıntı değil, varoluşsal bir semboldür. Pusulanın yön göstermemesi, insanın doğayla olan kadim ilişkisinin bozulduğunu imler. Göçmen kuşların ve hayvanların şaşkın davranışları, manyetik alanın zayıfladığını düşündürür. Dünya’nın manyetik alanı, yaşamın görünmez koruyucusudur; Güneş’ten gelen yüklü parçacıkları saptırır, atmosferi korur, canlıların yön bulmasını sağlar. Eğer bu alan çökerse, yalnızca teknolojik sistemler değil, biyolojik ritimler de çöker. Bilim insanlarının “Laschamps olayı” adını verdiği jeomanyetik zayıflama, yaklaşık 41 bin yıl önce yaşanmış ve atmosferin kozmik ışınlara daha fazla maruz kalmasına neden olmuştur. Filmdeki manyetik bozulma bu tür bir tarihsel olaya sinemasal bir yankı verir. Ancak burada mesele bilimsel doğruluk değil, insanın doğa karşısındaki ontolojik yalnızlığıdır. Çünkü film, manyetik alanın kayboluşunu, insanın hakikat pusulasını kaybetmesiyle özdeşleştirir.
Bu anlamda How It Ends, yalnızca bir yol filmi değil, içsel bir yolculuktur. Tom karakteri, askeri geçmişiyle temsil ettiği düzen, disiplin ve kontrol inancını simgelerken, Will karakteri daha sivil, duygusal ve kırılgan bir yapıyı temsil eder. İkisi arasındaki gerilim, aslında modern insanın iki yönlü doğasının çatışmasıdır: biri güvenliği, diğeri anlamı arar. Yol boyunca birbirlerine güvenmeyi öğrenemezler, çünkü dışarıdaki dünyanın çöküşü içerideki iletişimsizliğin bir yansımasıdır. Camus’nün “absürd” tanımı burada belirginleşir; insan anlam arar ama evren sessizdir. Film boyunca doğa, insana cevap vermez. Kuşların kaçışı, gökyüzündeki garip ışık oyunları, motorların durması, bütün bu sessiz semptomlar, insanın evrenden gelen bir cevabı bekleyişinin boşunalığını anlatır. Absürd, bu bekleyişin içinde doğar; anlam arayan bilincin karşısında sessiz kalan bir dünya.

Ricki karakterinin pusula sahnesindeki diyaloğu, filmin kırılma noktalarından biridir. Pusulanın anlamsızca dönmesi, hem bilimsel hem de metafizik bir sorunun göstergesidir. Dünya artık sabit değildir; yönler çözülmüştür. Heidegger’in “dünyanın elden çıkması” dediği şey burada görselleşir. İnsan artık sadece fiziksel bir felaketin değil, anlamın yok oluşunun tanığıdır. Manyetik alanın çöküşü, sembolik olarak insanın içindeki manyetik merkez -vicdan, yön, inanç- kaybını temsil eder. Bu yönsüzlük, filmdeki sessizlikle birlikte büyür. Diyalogların azalması, doğa seslerinin baskın hale gelmesi, izleyiciyi kelimelerin bittiği bir alana taşır. Sessizlik, burada yokluğun sesi değil, farkındalığın yankısıdır.
Filmin temposu kasıtlı olarak yavaştır. Bu yavaşlık, aksiyon eksikliği değil, felaketin bilinçte yarattığı uyuşmanın sinematik karşılığıdır. Will’in yolculuğu boyunca sürekli beliren tehlikeler -askerî kontrol noktaları, saldırganlar, çöken şehirler- birer metaforik sınav gibidir. Her biri güvenin, dayanışmanın ve anlamın kırıldığı anları temsil eder. Jeremiah karakteriyle kurulan kısa ilişki, komplo teorilerinin, modern korkuların ve bilgi kirliliğinin bir izdüşümüdür. Jeremiah yanılır çünkü hakikat arayışı, bilgi değil, korku temellidir. Onun ölümü, Will’in kendi içindeki belirsizliğe teslim olduğu andır. Bu teslimiyet, insanın doğa karşısında kontrol yanılsamasını kaybetmesidir.

Rosenthal’in kamerası, yıkımın gösterişini değil, sessizliğini anlatır. Gökyüzünün gri tonları, titreşen ışıklar, sisin içinden beliren siluetler; her şey bir tür “dünyanın sonu melankolisi” yaratır. Charlotte Bruus Christensen’in Jagten’da yaptığı gibi burada da doğa, insanın psikolojik halini yansıtan bir yüzeye dönüşür. Gri tonlar, sadece atmosferi değil, anlamın kaybını da temsil eder. Film müziği ise neredeyse fark edilmezdir; varlığıyla değil, yokluğuyla işler. Sessizliğin altını çizerek insanın içsel boşluğunu genişletir.

Filmin sonu, birçok izleyiciye göre cevapsız kalır. Ancak bu eksiklik, anlatının merkezidir. How It Ends, nasıl bittiğini değil, nasıl kaybolduğunu anlatır. Dünya’nın manyetik alanı çökerken, insanın içsel pusulası da sessizce bozulur. Kıyamet burada gökten inen bir felaket değil, anlamın yavaş yavaş çözülmesidir. Modern dünyanın tüm teknolojik güvenlik ağları birer birer sustuğunda, geriye yalnızca insanın çıplak bilinci kalır. Will ve Sam’in birbirini bulduğu an, kurtuluş değil, varoluşun kırılgan farkındalığıdır. Çünkü artık yön yoktur; yalnızca bilinmezlik vardır.

Film, sonunda izleyicisine bir bilimsel açıklama değil, bir farkındalık bırakır. Dünya’nın sonu belki de çoktan gelmiştir, ama biz onu fark edecek kadar sessizleşmemişizdir. Rosenthal, kıyameti anlatmaz, kıyametin içinden konuşur. How It Ends, bir sonun değil, kaybolan yönün filmidir. İnsan, doğanın manyetik sessizliğinde kendini arar ama bulamaz. Çünkü bazen dünyanın sonu, yalnızca pusulanın dönmeyi bırakmasıyla başlar.
Teşekkürler.







Yorumlar