top of page

Berlin’in Bölünmüş Estetiği: Sinemada Sürgün, Yönsüzlük ve Geçiş Hâlleri

  • Yazarın fotoğrafı: Okan Dülger
    Okan Dülger
  • 2 gün önce
  • 3 dakikada okunur

Berlin’de yaşamak bazen iki şehir arasında sürekli mekik dokumak gibi: Bir ayağın hâlâ İstanbul’da, öbürü Berlin’in üzerine basıyor ama tam olarak orada da durmuyorsun. Şehrin kendisi de böyle zaten; yan yana duran ama birbirinin devamı olmayan dünyaların toplamı.


Son on yılda Türkiye’den buraya gelen kitle bu tuhaf geçiş hâlini daha görünür kılmış. Adına “muhalif sürgün” denen, bavulunda siyasi kırgınlıklar taşıyan bu yeni diasporanın Berlin’i, gurbetçi kuşaklarınkinden çok başka. Özellikle Kreuzberg ve Neukölln, artık İstanbul’un, daha doğrusu İstanbul’da yaşayamadığımız o ihtimallerin alternatif bir devamı gibi.


Burası bazen bir sığınak; bazen de büyük bir açık hava hapishanesi gibi. Kimliğin rahatlıyor ama yalnızlığın büyüyor. Özgürlük var ama yönsüzlük de var. Berlin’in paradoksu tam burada. İstanbul’un yarım bırakılmış temposu Berlin’in üzerine ince ince işliyor.


Bu arafta kalma hâli, ister istemez Fatih Akın sinemasındaki o sürekli yer değiştirme hissini çağırıyor hafızaya. Ne tam buradasın ne tam orada. Şehir de böyle. Kendini, senin haritanda olmayan bir Berlin’e sürükleyebiliyor; sonra bir bakmışsın, yıllardır bildiğine emin olduğun bir apartmanın önündesin ve hiç yabancılık yok. Bu şehirde herkes Sibel ile Cahit olmak arasında gidip geliyor.


Duvara Karşı, Fatih Akın (2004)
Duvara Karşı, Fatih Akın (2004)

Geçenlerde Neukölln’de yürürken, geçtiğimiz sene İstanbul Film Festivali'nde izlediğim Altay Erlik imzalı Neukölln Spiderman (2024) aklıma geldi. Filmdeki görünmezlik duygusu buraya geldiğimden beri çok tanıdık geliyor. Dünyanın ortasındasın ama kimsenin hikâyesinde yer etmiyorsun; kendi gündemini, kendi trajedini, kendi esprini kimseye açıklamadan yaşıyorsun. Berlin’deki Türkiye diasporasının en belirgin hâli belki de bu: birbirine çok yakın ama birbirine dokunmadan yaşayan küçük evrenler.


Neukölln Spiderman, Altay Erlik (2024)
Neukölln Spiderman, Altay Erlik (2024)

Bu görünmezliğin tam tersi bir uçta ise, şehrin insanı yutan o kontrolsüz ritmi duruyor. Tıpkı Sebastian Schipper’in Victoria (2015) filminde olduğu gibi. Film, Berlin’de bir yabancı olmanın, o aidiyetsizliğin insanı nasıl bir gecede şehrin damarlarına, hatta suçuna kadar çekebileceğinin en ekstrem, en sarsıcı kanıtı.


Schipper, 140 dakikalık bu tek plan filmi çekerken oyuncularına sadece 12 sayfalık bir senaryo taslağı vermiş. Geriye kalan her şey; diyaloglar, korkular ve o anki kararlar, tıpkı Berlin’e yeni gelen birinin hayatı gibi, tamamen o gecenin akışına ve şehrin sürprizlerine bırakılmış bir doğaçlama.


Victoria, Sebastian Schipper (2015)
Victoria, Sebastian Schipper (2015)

Ve tüm bunların arasında insan ister istemez şunu düşünüyor: Berlin gerçekten tek bir şehir mi? Benim deneyimimle komşumunki birbirine benzemiyor; İstanbul’dan gelen biri için bile şehir ikiye değil, on beşe ayrılıyor. Bir gün seni iyileştiren bir yer, ertesi gün seni görünmezleştiren başka bir yer oluyor.


Wolfgang Becker’ın kült filmi Good Bye Lenin! (2003), Berlin’in iki zamanını yan yana koyuyordu: Doğu’nun ev içi dünyası ve dışında hızla değişen yeni Berlin. Bugün aynı şey diaspora deneyiminde tekrar ediyor. 

Good Bye Lenin!’in o iki zamanlı Berlin’i, şimdi iki bambaşka gerçeklik olarak karşına çıkıyor. Buraya sonradan gelen her diaspora kendi küçük evrenini kuruyor ama şehrin ekonomik ritmi herkesin hayatını başka bir biçimde sıkıştırıyor.


Good Bye Lenin!, Wolfgang Becker (2003)
Good Bye Lenin!, Wolfgang Becker (2003)

Birinin Berlin’i özgürlük ve olasılık dolu; öbürünün Berlin’i bürokrasi, güvencesizlik ve sürekli bir “yerinden edilme” ihtimali. Aynı metro hattında beş durak gidince bu iki gerçeklik yan yana diziliyor ama birbirine temas etmiyor. Berlin hâlâ bölünmüş bir şehir ve bu bölünmüşlük öyle doğal bir şekilde akıyor ki, herkes kendi diasporasının içinde, aynı mekânda ama tamamen farklı hayatlarla kendi Berlin’ini yaşıyor.


Belki de Berlin’i özel yapan şey tam olarak bu: herkesin kendi Berlin’i var, hiçbirinin birbiriyle tam ilişkisi yok. Şehir seni parçalamıyor, sadece bölüyor; seni içine alıyor ama yerleştirmiyor. İstanbul’un devamı gibi ama onunla hiçbir ortak yanı yokmuş gibi. Bir süre sonra fark ediyorsun ki burada yaşamak aslında sürekli geçiş hâlinde olmak demek; bir sokaktan diğerine, bir şehirden ötekine, bir hayattan diğer ihtimale.


Ve galiba en dürüst Berlin hissi şu:

Bu şehirde herkes kendi sürgünlüğünü taşıyor ama yollar bir şekilde yine aynı durakta kesişiyor.

1 Yorum

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
doğa
2 gün önce
5 üzerinden 5 yıldız

👏

Beğen
bottom of page